Lamartine, yaklaşık 150 yıl evvel “Dünyaya son kere bakacaksın deseler, bu bakışı İstanbul’un Çamlıca’sından isterdim.” Diyerek İstanbul’a olan hayranlığını ifade ediyordu. Kuşkusuz haklıydı. Nasıl hayran olunmaz ki bu şehre!
Üzerine yüzlerce yazarın ve de şairin sözler söylediği, uğruna nice savaşların yapıldığı ve hatta hadisi şeriflere konu olmuş, boğazı, yeşilliği, tarihi ve kültürü ile kadim bir sevgili!
Kıtalara köprü olmuş, medeniyetlere ev sahipliği yapmış, farklı din ve inançların, hoşgörü ve de sevginin kendisine kucak bulduğu İstanbul.
Peki, bizler, tarihimizden miras kalan belki de en değerli bu kıymete sahip çıkıyor muyuz, ya da en az geçmişte bu şehirde yaşayanlar kadar buranın kıymetini biliyor muyuz? Hayır. İhanet içerisindeyiz.
Zannediyorum ki günümüzde bu şehir, kimsenin memnun olmadığı bir halde.
Her yer beton, her yer fütursuzca günlük menfaate kurban, her yer olabildiğince özensiz bir anlayışa teslim, her yer bir nefese hasret, her yer dayanılmaz bir sıkışmışlığa itilmiş, her yer doğanın ve de tarihin başına dadanmış leş bekleyiciler ile sarılı…
Ve evet tüm bunlara sebep, her tür tartışmadan uzak, yalın bir kabullenme ve de tüm gerçekliği ve samimiyeti ile bu şehre ihanet eden bizlerin günahı..!
Doğaya ait olanı doğanın elinden çekip almamız karşısında doğanın sessiz kalacağını zannetme gafleti içerisindeyiz. Zannediyoruz ki bizler, eşrefi mahlûklar doğayı avucumuzun içine alabilir ve de kullanabiliriz. Ya da tüm doğanın insanlığa sebepsiz ve de koşulsuz teslim edildiğini zannediyoruz. Hayır. Doğa, bedenlerimiz gibi tüm varlığı ile yüce yaratanın kullarına emanetidir. Sorumluyuz. Hesap vereceğiz.
Bu derece heyecanlı, öfkeli ve bir parça isyan ile ifade ettiğim bu cümlelere sebep, daha önceki bir yazımda belki de fazlaca detaylı bahsettiğim Aydos Ormanı içine yapılan okul inşaatına, yönetenlerimizin ve hatta vatandaşlarımızın kayıtsız/duyarsız kalmasıdır.
Evet, 4-5 aydır gündemde olan bu konuda tüm uğraşlarıma rağmen bir çözüme ulaşılmasına katkım olmadı. Ormanın içine beton girdi. Bozulan orman silüeti belli olmaya başladı. Yeşilliğin yarıldığını görebiliyoruz artık. Tüm insanlığa ve dolayısıyla bana emanet edilene sahip çıkamadım.
Bir arkadaşım, abim yakın zamanda şöyle dedi: “Yahu Adem, sen bahsettiğin ilk zamanlar çok da önemsememiş, dikkat etmemiştim. Ama geçen gün Gölet Parkındayken fark ettim. Oraya okul olur mu ya! Ormanın içi orası. Oraya okul veya başka bir şey nasıl yapılır?”
Haklıydı. Yutkundum. Haklı çıkmıştım. Ama bir şey diyemedim.
Evet, bu yazıyı okuyan herkesi Göletten okulun yapıldığı Aydos ormanına bakıp düşünmeye davet ediyorum. İhanet ettiğimiz bu şehre bakalım. Allah’ın bizlere emanetine sahip çıkabildik mi? Bir daha soralım.
Doğa emanetini alır. Bir felaketle belki de. Allah emanetinin hesabını sorar. Kaybeden biziz. Beton yaparak çocuklarımıza miras bırakamayız. Aksine onların mirasına da ihanet ederiz.
Bu projenin sorumlularına ve de yetkililerine sesleniyorum, yalvarıyorum. Hala geç değil. Hala zarardan dönebiliriz. Emanetinize ihanet etmeyin.
Ve bir daha tekrarlıyorum.
Kızılderililerin dediği gibi: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak.”
YORUMLAR