Yeşil mi yeşil, kasvetli hem sakin. Telaş yok sokaklarda. Üst üste balık istifi değil trenler, otobüsler… İzdihamın olduğu yerlerde nezaket donukluğu, sükunetin boğduğu bölgelerde sefalet yorgunluğu kol geziyor âdeta.
Kaldırıma iki seksen uzanmış Hint fakirlerini aratmayan görüntüsüyle kendini kaybetmiş ayyaşlar var. Özgürlüğün uyuşturucu batağında kendinden geçiyorlar. İnsanlık adına içler acısı bir manzara. Frankfurt’un bu sokağında insanlık göç ettiği yerde can çekişiyor. Bir sonraki sokak da kendinden geçmiş ama bir farkla: Sokak lambaları bile mutlu burada. İyi giyimli, iğne atsan yere düşmez bir kıvamda günün yorgunluğunu birkaç kadehin hoş serinliğiyle hem de ayakta, sokağa huzur diye bırakan mutlu insanların kuş seslerini andıran kahkaha yüklü cıvıltılarını yararak geçmek bile zor geliyor insana.
Her yerde bir Türk’e rastlamak mümkün. Almancası olmayan ana dilinde bir muhatap bulabiliyor kolayca. Dünyanın her yerinden insan yanımızdan resmi geçit yapıyor adeta. Frankfurt’u İstanbul’a benzetmek mümkün bu bakımdan. Ama İstanbul gözbebeğimiz, hatta kalbi bile diyebilirsiniz dünyanın. Tarih, doğa, bilim, kültür, sanat ne ararsan burada… Sultanahmet meydanı tüm insanlığı kucaklamada meydan okuyor bütün coğrafyaya. Bayezit, Galata, Taksim hakeza öyle. Anadolu yakası bambaşka. Üsküdar, Kadıköy, Maltepe hele adalarıyla Marmara dillere destan güzelliğiyle bana göre bir numara.
İki günde özlemişim ülkemi. Geldiğimiz gün Bad Homburg’da bir sürpriz karşıladı bizi. Biletini aldığımız halde “Smart” otelimizin kapısı kilitli. Etrafta kimsecikler yok. Kapıda bizim eski evlerdeki gibi tokmak asılı değil, bina tarihî ama talihi yok galiba. Duvarda bir kutu var, ama ne işe yarar bilmiyoruz. Kapıya vuruyoruz ses yok, camı dövüyoruz çıt çıkmıyor. Bir Allah’ın kulu geçmiyor, camı açıp bakmıyorlar bile. Neden sonra kutunun yanındaki butonu fark ettik. Bastım bütün hiddetimle, telefon çalar gibi oldu. Bir kadın sesi, Almanca olduğunu tahmin ettiğim bir şeyler söylüyor, ben de Türkçe dilim döndüğünce derdimizi anlatmaya çalışıyorum. Allah’tan eşim İtalyanca biliyor da, o devreye girdi. Kadın Romence, eşim İtalyanca zar zor anlaştılar. Kadın “imeyil” diyip duruyor. Pin kodu soruyor. Nihayet bize e-posta gelmediğini, şifreyi bilmediğimizi zor da olsa anlatabildik. Kadın bize yeni şifre verdi, oda numaramızı söyledi. Duvardaki dolabın üstüne monte edilmiş tuşlara dokunarak şifreyi yazdık. Kapının anahtarı dolabın haznesine düştü. Binanın dış kapısını açtık, aynı anahtar oda kapısını da açıyormuş.
Ne resepsiyon var ne bar. İyi tefriş edilmiş, tertemiz ama in-cin top oynuyor. Çalışan kimse yok. Bu kadar ekonomik düşünmek de fazla artık. Adamlar işçi çalıştırmamak için her yolu denemişler. Akıllı otel konseptiyle işi evden idare ediyorlar.
Almanya’da genç nüfus bitmiş, genç ve nitelikli iş gücüne had safhada ihtiyaçları var. Temel koşul Almanca bilmek. Devlet aklı geleceğini dili sayesinde koruyabileceğini biliyor.
Bir akrabamız yıllardır orada yaşıyor ve diyor ki “Almanya’ya adım attığın gün amel defterin açılır. İyi kötü bütün yaptıkların yazılır ve hiç ummadığın bir anda önüne çıkarılır.” Devlet her yerde kendini hissettiriyor, kurallar çok katı bir şekilde ve herkese eşit uygulanıyormuş. Yaşlı Almanlar gördükleri hataları ilgilisine bildirmeyi yurttaşlık görevi olarak biliyorlarmış. Mesela tren istasyonlarında bariyerler ve güvenlik görevlileri yok. İsteyen bilet almadan binebilir sanırsınız. Ama bir bilet 6 euro ise cezası 60 euro gibi bayağı caydırıcıymış. Ara sıra kontrol ediyor ve bileti olmayana cezayı yapıştırıyorlarmış. Bir sahtekarlık nedeniyle, gelecekte ihtiyaç halinde bankadan kredi almanız bile önlenebiliyormuş.
Bad Homburg tam dinlenme yeri. Kaplıcaları ve yaban kuşların bile özgürce dolaştığı bir hayli büyük parkı var. Ağaçlar bile mutluluktan renk renk, desen desen kıyafetleriyle insanı cezbediyor. Baharın bütün güzelliği, tertemiz bir oksijen ziyafetiyle ciğerlerinize bayram havası veriyor. Dönerci, kuaför ve bakkal Türk. Hiç yabancılık çekmiyoruz.
Katıldığımız uluslararası Avrupa Dil Testçileri Birliği (ALTE) çalıştayında ülkemizi gururla temsil ederken Almanya’da yaşamak için Almanca bilmenin şart olduğunu öğreniyoruz. Sunumlar İngilizce yapılsa da Almanya gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Bir ara Türkçenin 300 milyona yakın konuşuru, her kıtada az ya da çok dalgalanışı ve tarihî derinliği ile bir dünya dili olduğu gerçeğini vurgulama gereği hissettim.
Akraba ve yurttaş sıcaklığı gurbetin bütün soğukluğunu ve resmiyetini güneş görmüş kar gibi eritiyor. Millî kültürümüzün muhabbet sıcaklığı iliklerimize kadar bizi sarıyor. İstanbul’a dönmenin buruk sevinci, Alman milliyetçiliğinin dil bilincine yansıması gerçeğini ve bizdeki dil özensizliğinin tahribatını telafiye yetmiyor. 17.04.2024, 07.45, Büyükçekmece.
YORUMLAR