Toplumların geçirdiği dönüşümler, yalnızca ekonomik ve politik arenalarda değil, aynı zamanda sosyal ve etik değerlerde de kendini gösterir. Bu dönüşümler bazen yavaş, bazen de göz açıp kapayıncaya kadar hızlı olabilir. Ancak ne yazık ki, son yıllarda gözlemlediğimiz toplumsal değişim, bizi bir noktada durup düşünmeye zorluyor: “Nereye gidiyoruz?”
Bizler, “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir” anlayışıyla büyümüş bir toplumun evlatlarıyız. Bu sözün derin anlamı, sadece bir cümleden ibaret değil; nesilden nesile aktarılan, toplumsal dayanışmanın, yardımlaşmanın ve kardeşliğin temelini oluşturan bir yaşam felsefesini ifade eder. Bu anlayış, zengin ile fakirin, güçlü ile zayıfın, kentli ile köylünün arasında bir köprü oluşturur ve toplumun her bir ferdinin bir diğeriyle bağlantısını güçlendirir.
Ancak ne yazık ki, zamanla bu değerler zayıfladı ve yerini “Hep bana, rabbena” anlayışına bıraktı. Bu anlayış, bireysel çıkarları, hırsları ve bencilliği yücelten bir yaklaşımdır. Artık birçok insanın önceliği, sadece kendi refahı, kendi mutluluğu ve kendi başarısı oldu. Komşusunun hali, dostunun derdi, sokaktaki yoksulun durumu, birçok insan için anlamını yitirdi. Bu kayıtsızlık, toplumun manevi ve ahlaki dokusunu zedeleyen, derin yaralar açan bir süreç haline geldi.
Bu noktada, kendimize sormamız gereken önemli bir soru var: Bu dönüşüm, doğal bir evrim mi, yoksa bizler, değerlerimizden ve köklerimizden uzaklaştığımız için mi bu hale geldik?
Toplumsal olarak, belki de en büyük kaybımız, yardımlaşma ve dayanışma ruhunun yerini bireysel çıkarların alması oldu. Bu durum, yalnızca manevi açıdan değil, toplumsal huzur ve barış açısından da büyük riskler taşıyor. Zira, her birey kendi çıkarını önceliklendirip, başkalarını görmezden gelirse, toplumsal bağlar zayıflar ve nihayetinde kopar.
Peki, bu gidişatı nasıl tersine çevirebiliriz? Öncelikle, bu durumun farkına varmak ve yüzleşmek, çözümün ilk adımıdır. Değerlerimizi yeniden hatırlamak, köklerimize dönmek ve unutulan dayanışma ruhunu yeniden canlandırmak zorundayız. Bu, sadece bireysel bir çaba değil; aileden başlayarak eğitim kurumlarına, sivil toplum kuruluşlarına kadar tüm toplumsal yapıların katkısıyla mümkün olacaktır.
Sonuç olarak, “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir” anlayışına yeniden sahip çıkmak, toplumsal bir dirilişin ilk adımı olabilir. Toplum olarak, birbirimize duyduğumuz güveni, sevgiyi ve dayanışmayı yeniden inşa etmek zorundayız. Bu, sadece bir kişinin, bir ailenin veya bir toplum kesiminin sorunu değil; hepimizin ortak sorumluluğudur. Değerlerimizden uzaklaşmadan, köklerimize dönerek, daha adil, daha huzurlu ve daha dayanışmacı bir toplum inşa edebiliriz.
YORUMLAR